Muhacir Bereketi
الھجرة hicret, terketme, bırakma, ayrılma manalarına gelir. Bu ayrılık öyle kolay bir ayrılık değildir. Canı gibi sevdiklerini bırakmadır arkada. Bu ayrılık bazen iradi olur, bazen de cebri. Her ikisi de mehcûr eder insanı ve gark eder hicrana.
İnsanın doğduğu, büyüdüğü, yediği-içtiği yerlere ünsiyeti olur, ruhu ve bedeni alaka oluşturur yaşadığı yerlere. Kur’an anne karnında ki bebeğin ilk oluşumuna “alaka” der. Bebeğin anne ile bağı bu ilk yaşam yerinde oluşur. Ve ayrılık vakti geldiğinde, bu alakadan dolayı -daha güzel bir yaşam yeri olmasına rağmen- bebek için ayrılık hicrana dönüşür ve geldiği bu yeni diyara bıraktığı ilk iz, gözyaşı olur.
Hicret kötüyü iyi, faydasızı faydalı, az iyiyi çok iyi için terk etmektir. Zulümden adalete, haksızlıktan hakka yürümedir hicret. Allah için bir yurdu bırakıp başka bir yurda göç etmenin adıdır aynı zamanda. Hicretin bu kuşatıcı manasındandır ki günahtan sevaba, nefisten vicdana kaçışa da hicret denilmiş.
Hicret ilk insanla başlamış bir insanlık serüveni. Yaradılış ikizini bulmak için Hz Adem babamızın Sind ülkesinden, Havva annemizin ise Habeş diyarından Arafat’a yolculuğu ilk hicrettir. Hicret sultanı Hz İbrahim (as) olmuş. Günün şartları ve imkanları içerisinde Ur şehrinde dünyaya gelen Hz İbrahim, önce Irak’a, oradan Harran’a, Harran’dan Şam’a ve Şam’dan Kudüs’e, Kudüsten Mısır’a, Mısır’dan Kenan diyarına ve oradan Hicaz’a uzanan her daim hayatı hicret. Hz Musa’a (as)’ın hicreti önce zulümden adalete, şerden hayra olmuş. İkinci hicreti Hz Şuayb (as)’ın diyarından Firavun ülkesine hizmet için, sonrasında ise zulüm ülkesinden huzura. Ve sonra içten içe upuzun bir vuslata hicret. Havarilerin hicretleri ise günümüze kadar uzanan hristiyanlık öyküsünün tükenmeyen bir kaynağı olmuş. Ve hicretin bütün unsurlarının toplandığı Efendiler efendisi ve sahabenin hicreti... daha sonra yapılan bütün hicretlerin anası.
Hicret bir yer değişikliği değildir. Hudâyinâbittir hicret, hüdânın ihsanıyla biten nebattır, solmaz, kurumaz. Yepyeni sürgünlerin vereceği bir ekin mecrasıdır. Ondandır Yaradan muhacire şöyle iltifat eder; “Müminlerin ateşle imtihân edildiği en sıkıntılı günlerde, Allah yolunda mücâdele ve fedâkârlık konusunda başkalarına örneklik ve öncülük ederek İslâm’da ilk dereceyi kazanan öncü muhacirler, yani, Mekke henüz düşmanların elindeyken, zulmün egemen olduğu öz yurtlarını terk ederek Medîne’ye, İslâm diyarına göç eden ilk Müslümanlar ve ensâr yani, kendi ülkelerine sığınan din kardeşlerine kucak açan ve her türlü fedâkârlığı göstererek onları barındıran ilk Müslümanlar ile, daha sonraki çağlarda İslâm’a girerek ortaya koydukları güzel davranışlarla onların izinde yürüyenler var ya, işte Allah onlardan razı olmuş; onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlara, ağaçlarının altından ırmaklar çağıldayan ve sonsuza dek içinde yaşayacakları cennet bahçeleri hazırlamıştır. İşte en büyük kurtuluş, budur!”
Hacer küçük bir farklılıkla muhacir manasına gelir, aradaki fark ‘ha’ ve ‘he’ kadardır. İsmail soyudur Hacer... Bekke vadisinin Mekke şehrine dönüşümüdür. Kupkuru çölde ab-ı hayattır Hacer. Anasıdır insanlığın iftihar tablosunun. Hacer taş gibi sapasağlam bir yol ve duruştur, en büyük muhacirlerdendir ve rehberidir tüm muhacirlerin. Kenan ilinden ısssız kimsesiz Bekke vadisine kundaktaki çocuğuyla beraber hicret edendir Hacer. Allah’ın muradına iradesini teslim edip muradın muradımdır diyendir. Yiyecek bir parça ekmeği, içecek bir tas suyu olmadan çölde yapayalnız kalmanın adıdır. Hacer olununca hicr ortadan ikiye bölünür ve gözyaşları kıyamete kadar akacak Zemzem olur. Sonra o soydan Hz Muhammed (sav) gelir dünyaya.
Hicret berekettir. Nitekim Rabbimiz bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor; “Allah yolunda hicret eden, sonra da bu uğurda öldürülen veya ölenleri Allah, çok güzel nimetlerle rızıklandıracaktır. Şüphesiz Allah, evet O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” Hicret edenler bereket bulur, bereket olurlar gittikleri yere. Huzur, mutluluk, rahmet onlarla gelir çorak diyarlara. Muhacirin ayak bastığı yerlere hızırın gölgesi düşer, İlyasın izi kazınır. Yeşillenir, renklenir hicret ve muhacirle hicret diyarları. Ensarın kıymeti muhacire verdiği değer kadardır. Ayet bu hususu şöyle ifade ediyor; “Onlardan önce Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş bulunan ensârın da bu ganimet mallarında hakları vardır. Onlar beldelerine göç eden muhâcirleri kendi canları gibi severler ve onlara fazladan verilen ganimetlerden ötürü gönüllerinde en küçük bir kıskançlık ve burukluk duymazlar.” Yukarıda ifade edilen ayette “Allah’ın kendilerinden razı olduğu ensar topluluğu” bu ayette muhacire olan alakası, muhabbeti ve yardımı şeklinde açıklanmış oluyor. Muhacir ağzı bağlı, gönlü açık muzdariptir. Allah muzdarın duasını perdesiz kabul eder. Ondandır muhacirin bereketi...
Muhacir en büyük, en aziz misafirdir. O yolculuğu Allah için, Allah ile bağından dolayı yaptığından dolayı hakiki Allah misafiridir. Hadiste Efendimiz (sav); “misafir, rızkıyla gelir, ev sahiplerinin günahlarının affedilmesine vesile olarak çıkıp gider.” (Aclûnî, 1/88, 2/36). "Allah'a ve âhiret gününe iman eden kimse, misafirine ikram etsin!" (Buhârî, Edeb, 85; Müslim, Îmân, 74) buyurarak misafire ikramın ne kadar önemli olduğunu ifade ediyor. İkram sadece yedirme ve içirme değildir. Yedirme, içirme, derdiyle dertlenme, yardımcı olma ve daha nice faydalı şeye vesile olmadır ikram. Ve ikram sahipleri Allah’ın Kerim ismine ayna olurlar veya Kerim isminin tecellisine mazhar olurlar. Misafire ikram edemeyenlere ise çok acı bir itap var: "Misafir ağırlamak istemeyen kimsede hayır yoktur." (İbn-i Hanbel, IV, 155)
Muhacirin destanını yazmak bana düşmez ama kanaatim o ki firdevsi bile yazamaz onun hakiki destanını. Allah hepimizi muhacirinden veyahut muhacirinin bereketinden istifadeye mazhar eylesin...